ALİ KÜÇÜK

BESÂİRU’L -KUR’AN

²

“DOĞRUSU SİZE RABBİNİZDEN APAÇIK BASİRETLER GELMİŞTİR; KİM (ON-LARLA) GÖRÜRSE KENDİ LEHİNE VE KİM DE KÖRLÜK EDERSE KENDİ ALEY-HİNEDİR. BEN SİZİN BEKÇİNİZ DEĞİLİM”

(EN’ÂM 104)


Ouml;NSÖZ

Hamd bizi insan olarak yaratan, bizi muhatap kabul ederek kita­bını gönderen, bizi vahyiyle, mutlak bilgisiyle şereflendi­ren âlemle­rin Rabbine aittir. Salât u selâm kulluk örneğimiz, pîşdâ­rımız, sevgili efendimiz Hz. Mu­hammed Mustafa (s.a.v) efendi­mize ve onun pak ashabına aittir.

 

İmam Hatip yıllarında direk ve en direk Kur’an’ı anlatan Arap-ça ve Türkçe kitaplara yö­neldim. Kulluk kitabımızı ve onun pratiği olan Resûlullah efendimizin sünnetini tanımadan Allah’ın istediği kul­luğu yaşayabilmemin imkânsızlığına olan kesin inancım, beni yoğun bir şekilde vahye yönlendirdi. Kur’an’la alâkalı bir altyapımın oluşması için önce çeşitli meâllerden sayısını şu anda hatırlayamayacağım ka­dar hatim indim. Her hatmimde Besâir olan kitabımız bana derin ufuklar ve bakış açıları kazandırdı. Bu arada Kur’an’la beraber başta kü-tüb-i sitte olmak üzere hadis kitaplarını okudum. Sünnetin, Kur’an’ın ikinci derecede müfessiri ve beyân edicisi olduğuna inan­cım, beni yoğun bir şekilde sünnetle meşguliyete yönlendirdi. Sün­netle beraberliğim Kur’an’ı daha güzel anlamama yardımcı oldu. Daha sonra Arapça Türkçe bugüne kadar yazılmış tefsir kitaplarını okumaya çalıştım. Bende kitabımızla alâkalı bir alt yapının böylece oluştu­ğunu hisseder etmez, hemen çevrem­den gruplar kurup anlat­maya başladım. Öğren-diğim bölümleri ders grupla­rıma anlatmaya baş­ladıktan sonra kitabımıza vukufiyetim daha da derinleş­meye baş­ladı. Anlatarak daha güzel öğrenme imkânına ulaşmayı bizzat tec­rübe ettim.

 

Bunun için her yıl anlattığım grupları artırdım. Kitabımızı bö­lümlere ayırarak 40-45 civarın­daki gruplarıma anlatmayı yoğunlaştır­dım. Bu arada ders grupla­rından bazı arkadaşlar bu dersleri kasetlere alarak daha geniş kitlelere ulaştırmayı denediler. İlk planda 40 kadar kaset piyasaya yayıldı. Dinleyenlerden memnuniyet beyanları gel­meye başlayınca, bir 40 kaset daha yapıldı. Daha sonra baştan sona Bakara sûresi çıktı. Bu kasetler pek çok müslümanın evine girdi, bir çok radyo bu kasetleri yayınladı. Allah’ın yar­dımıyla pek çok müslü-man Kur’an ve sünnete yöneldi. Okuyanlar, araştır­maya yöne­lenler çoğaldı.

 

Daha sonra pek çok müslümandan bu derslerin kitap ha­line getiril­mesi ve bilhassa ders yapan müslümanların istifadesine sunul­ması konu­sunda yoğun talepler geldi. Hattâ bizzat ya da telefonla bana ulaşan bir çok kardeşimiz çevrelerine Kur’an anlatmaya başla­dıklarını, bu kasetleri yazıya aktarıp istifade etmek için uğraştıklarını, kasetlere alınan bu sohbetlerin ya­zıya dökülmesinin kendileri için çok yardımcı olacağını söylediler. Bunu ciddi ciddi dü­şündüm. Zaman za-man vahiy öğrenip, onunla kendilerini diriltip, et­raflarının dirilişini de kendilerine dert edinmiş samimi Müslümanlara teşvik olsun diye ça­lışma notlarımdan fotokopiler gönderdim. Ama çok uzaktaki Müslü­manların bu bilgilerin kitap haline dönüşmesi talebi ısrarla devam etti. Oturup bir kenarda donuk bir kitap yazmayı sevmediğim için kitabın bu derslerden oluşmasını uygun gördüm. Çünkü erke­ğiyle-kadınıyla, genciyle-yaşlısıyla, talebesiyle-esnafıyla her sınıf insanın arasında, onların hayatlarına indirgeyerek, örnekleyerek oluşacak bir kitabın da-ha güncel, daha canlı ve kalıcı olabileceğini düşündüm.

 

Ders grubu arkadaşlarımın arasında en az beş kere anlattı­ğım ve her anlatışımda biraz daha olgunlaştırdığım her bir Kur’an bölü­münü altıncı veya yedinci anlatışımda cebimde taşıdığım teyibe kay­dettim. Bu kasetleri yine burada şükranla yad ettiğim bir grup talebe kar­deşim büyük bir gayret ve samimiyetle çözüp kâğıda aktardılar. Rabbim hepsinden razı olsun. Yazıya aktarılan bu metinler üzerinde bilgisayarda çok az bir tashih çalışması yap­tıktan sonra Rabbime sonsuz şükürler ol­sun ki, siz değerli Kur’an dostlarına bir kitap halinde sunmaya bizleri muvaffak kıldı. Sadece bir tek Müslüman’ın bile bu çalışmam vesîlesiyle hidâyete ulaşması, benim için dünya ve içinde­kilerin tamamına sahip olmaktan daha büyük mutluluk sebebi ola-cak­tır.

 

Bizden önce bu kitabı anlamaya çalışmış, anladıklarını bizimle payla­şarak bizim dirilişimize sebep olmuş selefimizden Allah razı ol­sun. Bizler sadece onların kitaplarını okuyarak kitabımızı öğrenmeye, öğrendiklerimizle kendimizin ve çevremizin dirilişine vesile olmaya ça-lıştık. Her Müslüman’ın görevi budur. Her Müslüman vahyi okumak, öğrenmek, kendinin ve ulaşabil­diği çevresinin dirilişine vesile olmakla mükelleftir. Ben sadece kitabımızla alâkalı söz söyleme yetkisine sa­hip olan selefimizin yazdığı kitaplar aracılı­ğıyla, kitabımızın bana söylediklerini sesli düşünerek çevremdekilerle pay­laşmaya çalıştım. Pek tabiidir ki bunlar benim kitabımın bana söyledikleridir. Bunlar be­nim kitabımdan anladıklarımdır. İnşallah sizler de okuyun, sizler de başvurun kitabınıza, sizin kitabınız da size benim anladıklarımdan çok daha mükemmel anlayışlar kazandıracaktır. Değilse yirmi yıldır Kur’an anlatmaya çalıştığım hiçbir Müslüman’ı kendi anlayışıma ça­ğırmadım. Hiç kimseye; “Benim gibi düşünün, benim gibi anlayın, be­nim gibi yaşayın, beni örnek alın, beni takip edin” demedim. Ömrüm boyunca Allah kullarını vahye çağırdım. Ben bu kitabı ve bu kitabın pratiği olan Resûlullah efendimizin sünnetini okuyup öğrenmeye çalı­şıyorum. Gelin siz de mutlak doğru olan Allah kitabına ve yasal örne­ğimiz olan peygambere yönelin. Bizi ve bizim gibileri örnek alırsa­nız, biz de çakılır kalırsınız. Ancak bizim kadar Müslüman olabilir, bizi bir adım öteye geçemezsiniz dedim.

Yıllardır Müslümanların arasında yaptığım Kur’an sohbetlerim­den olu­şan bu kitabım elbette temel değildir, eksiksiz, kusursuz değil­dir. Elbette benim anlayışımın dışında da çok güzel anlayışlar vardır. Müslümanların di­nine zarar verecek bir yanlışımı tespit eden kardeş­lerimin Allah için kardeşini uyarmaları bir kardeşlik görevidir.

Bu sohbetlerimle, bu çalışmamla ilkokul seviyesinde eğitim görmüş, Arapça bilmeyen Müslüman kardeşlerimi hedefledim. Her meslekten, her seviyeden halk tabakasından oluşan insanlarla ders yaptım. Bu yüzden ilim ehlini ilgilendiren bir çok tartışma konularına girmemeye özen gösterdim. Çünkü bu tartışmaların pek çoğu onların dünyasını pek fazla ilgilendirmiyor. Gramer üzerinde fazla durmadım. Harfî mânâ ve i’rap üzerinde de fazla yo­ğunlaşmadım. Selefimiz Allah kendilerinden razı olsun bu konular üzerinde uzun uzun bilgiler ver­mişler. Ben sohbetlerimde daha ziyade; “Rabbim bu­rada bana ne dedi? Rabbim bu âyetinde benden ne istedi? Ben bu bölümü nasıl anlayacağım? Bununla hayatımı nasıl düzenleyeceğim?“ Daha çok bu ko-nu üzerinde yoğunlaştım. Âyetlerin daha güzel anlaşılabilmesi için sosyal hayatımızdan örneklemeye çalıştım.

Pek tabiidir ki yazı diliyle konuşma dili arasında çok farklılıklar vardır. Yazı dilinin cümle kuruluşlarıyla, konuşma dilininkiler çok fark­lıdır. Yazı di­linde özne, yüklem, tümleç uyumu vardır. Ama konuşma dilinde bunların düzgünlüğüne riâyet zordur. Onun için konuşma di­linden oluşan elinizdeki bu kitabımı okurken çok zorlanacağınızı bili­yorum. Konuşma dilindeki yüklem tekrarlarının, dinleyenlerin anlayı­şına yardımcı olmasına karşılık, yazıya akta­rılışı sebebiyle bunun ta­mamen aksine sizi sıkacağını da biliyorum. Bir de üstelik ilk okul sevi­yesinde eğitim görmüş insanları hedeflediğim için, ko­nuşmalarımda ısrarla kitabî cümlelere yer vermemeye çalıştım. Vasat tahsil seviye­sindeki insanların anlamakta güçlük çekecekleri kitabî cümlelerden ıs­rarla kaçındım. Çünkü bugüne kadar pek çok insana kulluk kitabını anlaya­bilmeleri ve Allah’ın istediği gibi kul olabilmeleri için okumala­rını tavsiye etti­ğimizde, genellikle Müslümanların şu mevcut yazılmış kitapları anlamakta zorluk çektiklerini, bu konudan şikâyet ettiklerini çok duymuşumdur. Onun için halkın anlayabileceği bir dil kullanmaya çalıştım. Tabii burada bu konuş­malarımı kasetlerden yazıya aktaran kardeşlerimin Türkçe dilbilgisi kapasi­teleri de etkili olmuştur. Konuş­manın neresinde virgül, neresinde ünlem, neresinde nokta konacağı, nerede paragraf yapılacağı pek tabiidir ki onların dilbilgisi bilgisiyle sı­nırlı olmuştur. Ezcümle bugüne kadar çokça kitap oku­muş, kitabî cümlelere alışmış kardeşlerimden bu kitapta karşılaşacakları yazı di­line ters gelebilecek cümle kuruluşlarından ötürü bağışlamalarını dile­rim.

Yine elinizdeki bu kitap, takriben yirmi yıl içinde sadece bir grup içinde değil, yüzlerce grup içinde yapılan sohbetlerden oluştuğu için tekrarlar olabilecektir. Bir gruba anlattığım bir örneği, bir başka gruba tekrar anlatma gereği duymuşumdur. Bir grupla tanımaya ça­lıştığımız bir âyetin yorumuyla ilgili söylediklerimi bir başka grupla ta­nımaya çalıştığımız benzer başka bir âyetin yorumunda da söylemi­şimdir. Üstelik bu sohbetleri yaptığımız ilk yıl­larda bunların bir kitaba dönüşeceği fikrimin de olmayışından ötürü, okuyucu için bu tür tek­rarların sıkıcı olabileceği endişesini de taşıyorum. Bütün bu olumsuz­lukların yanında bilhassa Kur’an’ı çevrelerine anlatma gayreti içinde olan kardeşlerimizin istifade edebileceklerine inancım sonsuzdur. Müslü­manların istifade etmeleri, başkala­rına da duyurmaları, duadan eksik etme­meleri dileğiyle.

 

ALİ KÜÇÜK

30 MAYIS 2003

KONYA


 

MUKADDİME

---------------

Kur’an’ı anlamanın yolu:

-----------------------------------------------

 

A- Kur’an’ı anlamanın birinci yolu yine Kur’-an’dır. Kur’an’ın ilk müfessiri yine Kur’andır.

Elif, Lâm, Ra. Bu kitap, hakim ve haberdar olan Al­lah tarafından, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye âyetleri tahkim edilmiş (Sağlamlaştırılıp kesin kılın­mış), sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitaptır.

(Hûd 1,2)

Tüm zamanları, tüm mekânları, tüm insanlığı kapsayan bu kita­bın âyetleri bir yasa, bir ferman, bir yazgı ve hayat programı ola­rak tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmıştır. Hiçbir gücün bu kitabın âyet­lerini nakzetmesi, kaldır­ması, ilga edip değiştirmesi mümkün değildir. Kıyamete kadar hiçbir gücün, hiçbir varlığın bu kitabın âyetlerinden daha güzelini ortaya koyması mümkün değildir. Tıpkı Allah’ın şu öteki âyetleri olan semâvat gibi, yıldızlar gibi tahkim edilmiş, sağlamlaştı­rılmış, bozulmaktan, tahrifattan korunmuştur. Kalpte olan, kabulde olan, Levh-i Mahfuz’dan dünyaya yansıyan bir kitabın âyetleridir bun­lar. Hayata hakim olan, hayata hükmeden, hayatın tümünde söz sa­hibi olan bir kitabın âyetleridir. Zira Kur’an hangi konuda ne diyorsa, o değişme­yen bir yasadır. İyi kötü, hayır şer, hak bâtıl, adâlet zulüm, iman küfür, cennet cehennem, hayat ölüm konusunda tek hâkim, tek kıstas bu kitaptır.

 

Âyetin beyanıyla C. Hak kitabının âyetlerini tahkim buyurduk­tan sonra da onları tafsîl ettiğini, açıkladığını, herkesin anlayabileceği, herkesin uygula­yabileceği, herkesin kendisiyle yol bulabileceği, her­kesin kendisiyle hayatını düzenleyebileceği açık bir hale getirdiğini haber veriyor. Veya fâsılalı fâsılalı, bölüm bölüm, sûre sûre, âyet âyet hükümlerini beyan etmiştir. Kitabındaki bir âyetin kapalılığını daha sonra gelen başka bir âyetiyle tafsîl buyurmuş, açık­lığa kavuştur­muştur. Bakara’nın evvelindeki bir âyeti, ileriki bölümlerde gele­cek bir âyetle veya Âl-i İmrân’da gelecek başka bir âyetle açıklayıp tefsir et­miştir.

“Ey Muhammed! Cebrâil sana Kur’an’ı okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle. Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer. Biz onu Cebrâil'e okuttuğu­muz zaman, onun okumasını dinle. Sonra onu açıklamak Bize düşer.”

(İnsân 16,19)

Vahyin inişi esnasında Allah’ın Resûlü kendisine gelen âyetleri unut­mamak, bir an evvel bellemek, ezberlemek ve onu insanlara ulaştırmak için nötr halini bozup, dilini hareket ettirmeye başlayınca Rabbimiz onu uyarı­verdi: Yo! Yo! Peygamberim! Öyle yapma! Dilini depredip durma! Dilini oy­natıp durma! Yâni sana gelen, sana okunan bu âyetleri öğreneceğim, unut­mayacağım, ezberleyeceğim diye dilini hareket ettirip, alelaceleye getirip durma işi! Niçin acele etmeye çalı­şıyorsun? Ne endişen var? Değil mi ki onu biz toplamışız. Onu bir araya biz getirmişiz. Onu biz cem etmişiz. Yâni o harfleri, o kelimeleri, o âyetleri bir araya biz getirmişiz. Onu sana biz okuyoruz. Yâni onun Kur’an’ını da, onun okunuşunu da, onun okunaklığını da biz ortaya koymuşuz. Bu durumda sana düşen, biz onu okuyunca sen onun okunuşuna uyuver. Ya da onun peşinde ol. Yâni onu okumaya, izle­meye devam et, biz hemen arkasından onu sana beyan edeceğiz.

 

Âyet-i Kerimenin ifadesinden anlaşılıyor ki, Rabbimiz pey-gambe­rine indirdiği bir âyetini daha sonra indireceği bir âyetle be­yan edip açıklayacağını, tefsir edeceğini müjdeliyor. Peygamberim, sen sana indirdiğimiz âyetlerimizi izlemeye devam et, eğer anlaya­madığın bir husus olmuşsa, bu vahyettiğimizi bir başka sûre, bir son­raki sûre beyan edecektir. Eğer bir karı­şıklık olursa, eğer anlayama­dığın bir husus olursa sen üzülme, daha sonra gelen âyetlerle elbette biz onu sana açıklayacağız. Yâni Kur’an’da bir âyeti anlayamadığımız zaman Kur’an orada bitmedi ki, devam ederiz daha son­raki âyetler onu bize beyan edecek ve açıklayacaktır anlıyoruz buradan. İşte bu ve benzeri âyetlerden anlıyoruz ki Kur’an’daki bir âyetin ilk müfessiri yine Kur’-an’dır. Anlamı kapalı gibi bir âyet geldiği zaman, okumaya devam edelim, bir başka âyetiyle Rabbimiz onu bize açıklayacaktır.