C- Kur’an’ı anlamak için müracaat edilecek üçüncü kaynak sahâbe-i kirâm efendilerimizdir.

 

Kur’an’ı anlayabilmek için Rasulullah efendimizin mübarek as­habının sünnetine, anlayışına, yorumuna, uygulamalarına başvurmak zorundayız. Çünkü Rasulullah efendimizin muhterem ashabı bizzat Allah tarafından tez­kiye edilmiştir.

«

“İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut ol­muştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler ha­zırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.”

(Tevbe 100)

 

İyilik yarışında, takva yarışında, Allah’a kulluk ve Rasulullah’a ittiba konusunda en önde giden, bu ümmetin en bereketli dönemini, kuşluk vaktini idrak eden sahâbe-i kirâm efendilerimizden ve güzel­likle onların yolunu tâkip edip, onların yollarına, sünnetlerine, anla­yışlarına uyanlardan razı olduğunu ve onların kurtulduklarını haber veriyor Rabbimiz.

 

Rasûlullah efendimiz de bir hadislerinde pırlanta ashabını şöyle tez­kiye eder:

 

Uuml;mmetimin en hayırlıları benim aralarında pey-am­ber olarak gönderildiğim bu nesildir. Sonra onlar­dan sonra gelecek olanlar, sonra onlardan sonra gelecek olanlar..

Râvî diyor ki, üçüncü nesil zikredildi mi, edilmedi mi? bunu en iyi bilen Allah’tır. Sonra şöyle buyurdu:

 

“Sonra onların yerine şişmanlığı seven ve şahitlik etmeleri istenmeden önce şa­hitliğe koşan bir toplu­luk gelecektir.”

Müslim, Fezâilüs -Sahâbe 214)

 

 

Abdullah Bin Ömer efendimiz de -Allah onlardan razı olsun- der ki:

 

“Her kim birilerine uymak isterse Muhammed (as)-ın asha­bına uymaya baksın. Çünkü onlar bu ümmetin en hayırlıları idi. Kalpleri en iyi, ilimleri en derin, buna karşılık kendile­rini gereksiz külfete sokmaktan en uzak kimselerdi. Rabbimizin peygamberinin sohbetine seçtiği bir topluluktu onlar. Kâbe’nin Rabbi olan Allah hakkı için onlar dosdoğru bir hidâyet üzere yürüyorlardı.”

Kur’an’ı anlama, yorumlama ve pratik hayatta yaşama nokta­sında sahabenin sünneti, sahabenin anlayışı ve uygulamaları da bi­zim için başvu­rulacak örnektir. Çünkü sahâbe-i kirâm efendilerimiz peygamberle birlik dü­şünülmesi gereken bir gerçektir. Biz biliyoruz ki sahâbesiz bir peygamber düşünülemez. Zira bu din tek başına yaşa­nılacak bir din değildir. Sünnetullah gereği Allah bu dini ferde gön­dermemiştir. Bu Hz. Adem’den bu yana hep böyle olagelmiştir. Pey­gamber vasıtasıyla topluma gönderilen din, toplumun içinden odak nokta olarak seçilen peygamber tarafından topluma ulaştırılmış, pey­gamberle beraber o toplum tarafından anlaşılmış ve yaşanmıştır. Al­lah’ın Resulü din olarak kendisine gönderilen mesajı fert olarak ken­disine yansıyan yönüyle aynen uygulamış ve aynen ashabına da uy­gulatmıştır. Böylece sürekli Allah kontrolünde bir beşer olarak pey­gamberin uyguladığı ve uygulattığı dinin, sahâbe neslinde kıyamete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir biçimde tezâhür ettiğini, yaşanır, yapılabilir hale geldiğini görüyoruz.

 

Öyleyse sahâbe dinde bizim için en büyük örnektir. Zira sa­hâbe dö­nemi sorularına binaen, problemlerine binaen vahiy gelen bir topluluktur. Kur’an onların arasında indi ve tamamlandı. Din onların hayatında tekemmül etti. Dinin anlaşılması, âyetlerin anlaşılması ve din adına ortaya çıkan ihtilâf­ların çözüme ulaştırılması o dönemin sosyal hayatının bilinmesini gerektirir. Bu bilinmeden âyetin tamamen anlaşılması mümkün değildir. Çünkü o âyet kim hakkında geldi? Ne yaptı da geldi? Sonunda ne oldu? Bunlar bilinmeden âyetin anlaşıl­ması mümkün değildir. İşte sahâbenin bizim hayatımızdaki, bizim di­nimizdeki önemi burada ortaya çıkmaktadır. Zira sahâbe rey ve ic-ihadın temel unsuru olan lügatin esasını, vâzıını, Arap âdetlerini, Kur’-n’ın indiği dönemdeki yahudi ve hıristiyanların sosyal durumla­rını, nü-ûl sebeple­rini çok iyi biliyordu. Onun içindir ki sahâbenin âlimlerinden Abdullah İbni Mes’ud efendimiz der ki:

 

“Vallahi Kur’an’da inen herhangi bir âyetin nerede, ne zaman, ki­min hakkında ve hangi konuda indiğini ben biliyorum.”

Eğer varsa içinizde ben bunu ondan daha iyi bilirim diyen bir babayi­ğit o zaman ona bir sözüm yoktur. O halde sahâbe din konu­sunda, dinin an­laşılması, Kur’an’ın anlaşılması konusunda kendilerine müracaat edilmesi gerek ikinci kaynaktır. İhtilâf konularında da sahâ­benin sünnetine müracaat etmek zorundayız.

Sonra tâbiîn, tebe-i tâbiîn döneminden günümüze gelinceye ka­dar Kur’an konusunda söz söyleme yetkisinde olan tüm selef âlim­lerimizin anla­yışlarına müracaat ederek Kur’an’ı anlamaya çalışaca­ğız.