Peygamberim, senin adını, senin şânını yükseltme­dik mi?

(İnşirâh 4)

 

Peygamberim senin şânını yüceltmedik mi? Yani seni dinde odak nokta kılmadık mı? Sensiz müslümanlık olmaz kılmadık mı? Yani bu dini senle birlik bir din kılmadık mı diyor Rabbimiz. Yani öyle bir din ki, peygam­bersiz kabul edilemez, peygambersiz anlaşılamaz, peygambersiz yaşanamaz. Yani Peygambersiz müslüman olunamaz. Hangi konuyu gün­deme getirirseniz getirin, hangi hükümle amel et­mek isterseniz isteyin, mut­laka o konuyu peygamberle birlik gündeme getirmek, peygamberle birlik an­lamak ve yaşamak zorundasınız. İman, itikat, namaz, oruç, hac, zikir, fikir hangi konu olursa olsun pey-gamberle birlik anlamak zorundasınız. Peygam­ber planında an­lamak zorundasınız. Peygambersiz hiçbir konuyu anlamak mümkün değildir. Rasulullah onu nasıl anladı? Rasulullah o konuda ne dedi? Nasıl amel etti? Nasıl uyguladı? Mutlak surette bunu bilmek zorunda­yız. Çünkü Allah’ın Rasulü dinde temeldir. Onu diskalifiye ederek, onu ve onun anlayışını görmezden gelerek ne iman mümkündür, ne de müs-lümanlık. Bu dinin hangi konusu olursa olsun mutlaka ona müra­caat etmek zorundayız. İşte Rasulullah efendimizin adının, şanının yücel-tilmesini böyle anlıyoruz.

 

Demek ki Allah’a göre, Allah’ın kitabına göre Rasulullah Efen-di­miz Kur’an’ın beyân edicisi, açıklayıcısıdır. Öyleyse pek tabiidir ki onun hükümle­rinin, beyânlarının da aynen kitabın hükümleri gibi ol-ması gerekecektir. Yani Rasulullah efendimizin hükümleri de aynen kitabın hükümleri gibi din olacak, ya da dinde insanlar için bağlayıcı olacaktır. Eğer açıklayıcının hükümleri, beyânları, açıklamaları in­san-lar için bağlayıcı değilse, eğer onun da bir başka açıklayıcıya ihti­yacı varsa, o zaman her birerimize ayrı ayrı beyân vazifesinin verildi­ğini kabul etmek zorunda kalacağız ki, buna da Kur’an’dan delil iste­mek zorundayız. Öyle değil mi? Kur’an’ın şehâdetiyle kendisine kita­bın âyet­leri konusunda beyân görevi ve yetkisi verilmiş bir peygambe­rin beyânlarını kabul etmeyenler ne hakla insanları bu konudaki kendi beyânlarını kabul et­meye çağırıyorlar? Yoksa bu adamlar kendilerinin peygamberden daha üs­tün olduklarını mı iddia etmeye çalışıyorlar? Peygambere verilmemiş bir yet­kinin kendilerine verildiğini mi demeye çalışıyorlar? Öyle değil mi? Bu ko­nuda, Kur’an’ın âyetlerini açıklama konusunda bugün bizim peygambere ihtiyacımız yoktur, biz kendimiz açıklarız diyorsak, o zaman bu âyet pey­gambere değil, bize hitap et­meliydi. Bu görevi ben peygambere değil, size verdim, demeliydi Al­lah. Kitabın beyân edicileri sizlersiniz, bırakın peygam­berin açıkla­ma-larını, siz kendiniz açıklayın, kendiniz beyân edin demeliydi. Bak­ma-yın sizler peygamberin anlayışlarına, siz kendiniz salt akıllarınızla ne anladıysanız, nasıl anladıysanız öylece yaşayın demeliydi Rabbimiz. Ama bakın âyetler hiç de öyle demiyor. Bu görev size de­ğil, peygam-bere verildi deniyor. Bırakın sizler nasıl anladığınızı da, sürekli benim kontrolümde, be­nim bilgilendirmem altında bulunan peygamberinizin nasıl anladığına bakın deniyor.

 

Günümüzde insanlardan kimilerinin; bize Kur’an yeter, dinimizi yaşa­mak için bizim Allah’ın kitabından başka bir şeye ihtiyacımız yoktur. Kur’an’ı da salt aklımızla anlayabiliriz. Kur’an’ı anlayabilmek için ne sünnete, ne de başka bir kaynağa ihtiyacımız yoktur diyerek, Ra-sulullah’ı ve sünnetini sile­rek, kendilerince bir din icat etmeye çalı­şı-yorlar. Rasulullah’ın Kur’an konu­sundaki anlayışını ve uygulamala­rını, yeryüzünün en hayırlı nesli olan onun pırlanta ashabının, onlar­dan sonra gelen tabiinin, tebeu tabiinin, müctehid imamlarımızın ve değerli seleflerimizin Kur’anla ilgili anlayışlarının tümünü yok farz ederek, onarın tümünün üzerine bir çizgi çekerek kendilerince bir din, bir kitap ihdas etmeye çalıştıklarına şahit oluyoruz. Tarihin ön­ceki dö­nemle-rinde de aynı iddiayı ortaya atanlar olmuştur. Kur’anla alâkalı keyfî yo­rumlarına izin vermediği için ısrarla sünneti silmeye çalışanlar eksik olma­mıştır. Çünkü, bu adamlar kesinlikle biliyorlar ki, İslam toplu-munda sünnet dediğimiz Rasulullah efendimizin sözleri, fi­illeri ve takrirleri üzerine kurulan bu son derece sağlam yapı var ol­duğu sürece din konusunda, Kur’an konu­sunda ortaya atılabilecek hiçbir düşünce, hiçbir yorum, hiçbir akım, hiçbir felsefe müslümanlar tarafından kabul görmeyecek, hiçbir fitne başarıya ula­şamayacaktır.

 

Esasen bu iddiaların altında akılcılık, rasyonalizm yatmaktadır. Yani Kur'an’ı anlamak için yalnızca akıl yeter, bunun dışında ne sün­nete, ne de başka bir kaynağa ihtiyaç yoktur iddiası yatmaktadır. Aklı peygamberin anla­yışının önüne geçirmek istiyorlar. Kur’an’la alâkalı peygamberin anlayışını, yorumunu diskalifiye ederek, onu kendi akıl­ları ve keyiflerince yorumlayarak arzularına teslim bir din yaşamak is­tiyorlar. Yani Kur'an’ı, peygamberin ki­tabı, peygambere gelen kitap, peygamberin anlayıp yaşadığı, peygamberin uygulayıp örneklediği bir kitap olmaktan çıkarıp kendilerince anlamak istiyorlar. Çünkü Kur’-an’ı peygamberin kitabı, peygamberin anlayıp yorumla­dığı bir ki­tap olarak kabul edip peygambere bağımlı anlamaya çalıştıkları za­man düşüncelerine, anlayışlarına peygamberî bir sınır gelecektir. O zaman hayatlarına yasaklar gelecek, onun anlayışının dışına çıkama­yacaklar ve daha bir müslümanca yaşamak zorunda kalacaklar. Ama peygam-beri ve peygamberin sünnetini, peygamberin anlayışını, pey­gamberin uygulamalarını diskalifiye ederek Kur'an’ı peygambere ba­ğımlı olma-dan anlamaya çalıştılar mı, kendi istedikleri gibi âyetleri yo­rumlama imkanları olacak, kendi arzula­rına göre onu anlamaya yol bulmuş olacaklar. İşte peygamberi ve onun sün­netini silmek isteyen­lerin tek derdi budur. İstiyorlar ki ben benim kitabımdan bunu anladım. Benim kitapta bunlar var. Ben böyle anladım, beni başkası bağlamaz, diyecekler ve keyiflerine uygun bir hayat yaşama imkânı bulabile­cek­ler.

 

Yani kendilerine ait kitapları olsun istiyorlar adamlar. Kendi nanelerine izin verecek, kendi keyiflerine ruhsat çıkaracak, kendile­rine tâbi, kendilerine özgü kitapları olsun istiyorlar. Müddessir sûre­sinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır:

“Hayır; onlardan her biri kendilerine önüne açı-lıver­miş sahifeler verilmesini isterler.”

(Müddessir 52)

Hayır hayır, bunların derdi her birerinin önüne açılmış sahi-feleri, kitap­ları olsun isterler. Hepsinin kendilerine mahsus kitap­ları ol-sun isterler. Yâni bunlar hepsi peygamber olsun isterler. Hep­sine ayrı ayrı birer kitap verilsin, hepsinin kendilerine mahsus kitapları olsun isterler. Hepsi kendilerinin özel kitapları olsun ve hepsi de kendi ki-taplarına bakarak Allah’ın istediği budur! Allah’ın muradı budur! Be­nim kitapta böyle deniyor! Ben bunu kitabımdan böyle anladım! de­mek isterler. Dolayısıyla benim anlayışım doğrudur! Benim düşün­cem, benim metodum, benim dinim, benim yaşadığım hayat doğru­dur! Kesin doğrudur! diyecekler, hiç kimseye bağımlı olmayacaklar, Allah’ın kitabını istedikleri gibi yorumlayacaklar ve keyiflerine geldiği gibi bir din yaşa­yacaklar.

 

Halbuki bu kitap önce Resûlullah Efendimize gelmiştir. Bu kita­bın ilk muhatabı odur. Bu kitabı ilk anlayan ve pratik hayatında uygu­layan peygam­ber ve onun ashâbıdır. Şimdi onun bir âyetle alâkalı anlayışı, uygulaması bilinmeden salt aklımızla anlayabileceğimizi na­sıl iddia edebiliriz? Değil Kur’an, insanların sözleri için bile bu geçerli­dir. böyledir. Faraza bir şairin yazdığı bir şiir var. Adamın şiirini on kişi yorumluyor, o kendine yorumluyor, öbürü kendine göre, beriki ken­dine göre yorumluyor ve hepsi de iddia ediyor ki bu şiirinde şair bunu demek istemiştir. Üstelik de hepsinin yorumu farklı, ama hepsi de id­dia ediyor ki şair burada şunu demek istemiştir. Halbuki şai­rin farklı bir demek istediği vardır elbette. Belki onlardan, o yorumlardan bi­rine uygundur, belki onlardan birine uygunluğu yüzde şu kadardır da, ama şairin demek istediği daha farklıdır.

 

Hani adamın biri evine soba kurmuş ve altını şöyle yarım metre kadar yerden tuğlayla yükseltmiş. Adamın evine gelen bir grup misafir tartışıyor­larmış, yahu niye böyle bu soba diye. Acaba neden tuğlayla sobanın altı ya­rım metre yukarıya kaldırılmış? Bunun sebebi n’ola ki acaba? Biri diyormuş ki, herhalde süs olsun diye böyle yap­mış. Öbürü diyormuş, yok ya tehlikeden dolayı, zeminde yangın filan olmasın diye yükseltmiş. Bir diğeri, galiba tuğla ısınınca daha fazla ısı versin diye. Sonunda demişler ki, bırakalım şu tartış­mayı da en iyisi ev sahibine soruverelim. Sormuşlar, adam der ki; pazar günü kurmuş­tum sobayı, aceleye denk geldi de bir yarım boru eksik olunca altını böyle yükseltiverdim mecburen. Bakın hiçbirinin dediği değil. İşte Kur'an’a vukûfiyet de böyledir.

 

Öyleyse bilelim ki, sünnet ve onun bir parçası olan hadisler, Kur'an’ın anlaşılmasında temel kriterdir, ölçüdür, bilirkişidir. Onsuz Kur'an’ı anlama­mız mümkün değildir. Mesela salât sünnetsiz biline-mez. Sünnetsiz bir salât sadece mücerret duadan ibarettir. Rasulullah efendimizin sünnetine müra­caat edince tekbirle başlayan, rükûsu, sü­cûdu olan, kıyamı kıraati olan ve sonunda selamla biten bir manzume olarak anlama imkanını buluruz na­mazı. Demek ki sünnetsiz, Rasu-lullahın anlayışına baş vurmadan anlaşılan Kur’an bizim kendi key-fimize göre bir Kur’an anlayışıdır ki Rasulullah Efen­dimizin bir ha­dislerinin beyanıyla: “Kur’an kişinin lehinde ve aleyhinde hüccet­tir” ifadesiyle o zaman bu anlayış bizim aleyhimizde bir delildir. Eğer öyle salt aklımızla, kendi hevâ ve heveslerimizle değil de Kur'an’ı sünnetle beraber anlarsak, sünnet önderliğinde anlamaya çalışırsak o zaman da Kur’an bizim lehimize bir delil olacaktır. Sünnetli Kur’an le­himize delilken, sünnetsiz Kur’an da aleyhimize delildir.

 

"Rasûlullah, Allah’ın kitabından Cibril’in kendi­sine öğrettiği miktarda tefsir ederdi."

(Tefsir-i İbni Kesir)

 

Bunun mânâsı, gerekli olanların bizzat Allah’ın dilemesi ve öğ­retmesi ile peygamber (as) tarafından açıklanmasıdır. Zaten bunun için Rasûlullah’ın açıklamalarına müracaat etmek zorundayız. Aksini iddia Allah’ın muradının aksidir. Mütearrif bin Şihhir şöyle der:

 

"Vallahi biz Kur'an-ı Kerîm’in bir mukabili oldu-ğunu söylemiyoruz ama, Kur’an’ı her bakımdan bizden daha iyi bilen Peygamberin olduğun söylüyoruz.”

 

Tabii bu konuda yetki devri, bizzat bu yetkiyi devreden Rabbi-mizin kitabında mevcutsa o zaman bu konuda başka söz söylemenin anlamı yok­tur. İşte size Nahl sûresindeki âyetleri okudum. Daha geniş bilgi almak istiyorsanız; (Bakara: 127,129,151, Âl-i İmrân: 31,32,-164, Cum’a: 2, Ahzâb: 21,36 A’râf: 157 Haşr: 7 Nisâ: 59, 61,64,65,-80,105 Şûrâ: 15 Nûr: 51 Fetih: 10 Muhammed: 33) âyetlerine bakabilirsiniz.