Hamd olsun O Allah’a ki kulu Muhammed'e eğri bir taraf bırakmadığı dosdoğru kitabı indirmiştir.

(Kehf 1)

Rabbimizin elçisine indirdiği bu kitap eğri büğrülüğü olmayan bir ki­taptır. Bu kitapta her hangi bir tenâkuz, bir çelişki, bir uyumsuz­luk, bir münâ­sebetsizlik yoktur. Onda insanların anlayamayacağı, şaşkınlığa düşerek bo­calayacakları bir karışıklık, bir bulanıklık, bir tutarsızlık yoktur. Ne dediği, ne istediği belli olmayan bir kitap değildir. Bu kitap her sınıf ve her dönem insan­lığının anlayabileceği doğru­luk-ta, netlikte ve berraklıkta bir kitaptır. Sadece belli sayıda ve belli sınıf insanların anlayabilecekleri, diğerlerinin anlayamaya­rak bocala­ya-cakları, içinden çıkamayarak sapıtacakları bir kitap değildir bu ki­tap. Bir açıdan doğru, bir başka açıdan eğri büğrü değildir. Birilerine göre doğru, bir başkalarına göre ise eğri büğrü değildir. Âyetlerinde, ya-salarında, hükümlerinde hiç bir tenakuz yoktur. Tüm diğer kitaplar­dan üstün, arınmış, insan eli değmemiş bir kitaptır bu. Bu konuda birkaç yanlış anlayıştan da söz etmek isterim:

 

Müslümanlardan büyük bir çoğunluk şöyle inanıyorlar: Efen­dim, Kur’an gibi yüce bir kitabı bizim anlamamız mümkün değildir. Biz kim, bu Allah kelâmını anlamak kim? Bu kitabı ancak büyük zâtlar anlar. Bizler bu Allah kitabını eli­mize almaya bile lâyık insanlar değiliz diyerek Allah’ın kitabına karşı bir ür­keklik taşımaktadırlar.

 

Bakara sûresinin 104. âyetinde yahudilerin “Râinâ ya Resû-lallah” dedikleri anlatılmıştı. Yahudiler bu keli­meyi kullanırlarken; Ey peygamber, biz senin ne dediğini anlayamıyoruz. Biz senin okuduğun bu kitabın âyetlerini anlamaktan uzağız demeye getiriyorlardı. Biz sü­rüleriz demeye getiriyorlardı da Allah buyurdu ki; Ey müslümanlar! Sakın sizler bu yahudiler gibi olmayın! Sizler Peygam­ber karşısında sürüler kesilmeyin! Dinleyin! Söze iyice kulak verin! Peygamberin sözleri, peygamberin benden getirip sizlere duyurduğu bu mesaj an­laşılmayacak bir mesaj değildir. O mesaj karşısında sürüler kesilme­yip iyice dinlerseniz, kulak verirseniz mutlaka onu anlayacaksınız bu-yurulmaktadır. Sakın sizler o yahudiler gibi olmayın ve onların kul­lan-dıkları bu başka mânâlara çekilebilecek kelime­leri kullanmayın! Buyu-ruyordu Rabbimiz.

 

Rabbimiz kitabındaki bu ve benzeri âyetleriyle biz Müslüman-ların kitap ve peygamber karşısında bu alçak yahudiler gibi sürüler kesilmeme­mizi, bu kitabın âyetlerini ve bu peygamberin hadislerini anlayamayız diyerek peşin bir aptallığa düşmememizi emrediyor. Ki­tap ve peygamber karşısında sürüler kesilerek: Efendim biz kim bu kitabın âyetlerini anlamak kim? Biz nerede bu peygamberin hadisle­rini anlamak nerede? Onu ancak büyük zat­lar anlar. Bizler onu oku­yup anlamak şöyle dursun, hâşâ elimize almaya bile lâyık değiliz tav­rında olanların alçak yahudiler olduğunu haber veriyor. Ey Müslü­manlar, sizler böyle yapmayın! Kitap ve peygamber karşısında sürüler kesilmeyin! Dinleyin! Söze kulak verin! Kesinlikle bilesiniz ki ben kita­bımı sizin anlayabileceğiniz ve yaşayabileceğiniz bir özellikte gönder­dim. Ben peygamberimi sizin anlayabileceğiniz ve uygulayabileceği­niz, örnek alabile­ceğiniz bir özellikte gönderdim. Sakın bu konuda yahudiler gibi davranarak bana iftira etmeye kalkışmayın buyurmak­tadır.

 

Tıpkı lânetlik Yahudiler gibi bugün kimi Müslümanlar, kendile­rini bu kitabın sorumluluğundan kurta­rabilmek için kendilerini aptal ye­rine, ahmak yerine koyu­yorlar. Biz gerçekten senin ne demek istedi­ğini, bu Kur’an’ın ne demek istediğini anlayamıyoruz ey peygamber di­yorlar. Bunu anlayabilecek, kavrayabilecek zekâya, anlayışa, kavra­yışa sahip olmadıklarını söylüyorlar. Allah korusun, bunu söyleyenler Allah’a iftira ediyorlar. Halbuki Allah sizin güç yetiremeyeceğiniz bir şey emretmedim, diyor. Bunlarsa hâşâ: YaRabbi bizim anlayamaya­cağımız, kavrayamayacağımız bir kitapla bizi sorumlu tutmuşsun di­yerek Allah’a iftira ediyorlar.

 

Çünkü Allah’ın kitabı apaçıktır. Mübîndir Kur’an. Çünkü bu Kur’an insanlar için indirilmiş bir kitaptır ve elbette onu anlayacak olanlar da insan­lardır.

“Apaçık Kitaba andolsun ki, akledesiniz diye Kur’-an'ı Arapça okunan bir Kitap kılmışızdır.”

(Zuhruf 2,3)

 

Kitap apaçıktır. İmanı, hidâyeti, Allah yolunu, sırat-ı müstakimi apaçık ve net bir biçimde, herkesin anlayabileceği bir açıklık ve netlik için anlatan, ortaya koyan bir kitaptır bu kitap. İçinde insanla alâkalı, insan hayatıyla alâkalı apaçık âyetler bulunan ve insan hayatıyla alâ­kalı her şeyi açık açık beyan eden bir kitap. Herkesin anlayabileceği açıklıkta bir kitap. Hem de apaçık bir Arapça ile, insanların konuştuk­ları bir dil ile indirdi Allah onu. Kimse bu kita­bın anlaşılmazlığını iddia edemez. Hiç kimse bu kitabın sorumluluğundan kendisini kurtaramaz. Hiç kimse; ben bu kitabı anlayamıyorum, ben bunu anlayamam deme hakkına sahip değildir. Allah, bu kitabı insanların konuş­tukları, bildik­leri bir dille, Arapça olarak göndermiştir. Kuş diliyle, melek diliyle ya­hut da insanların anlayamayacakları bir dille değil, yeryüzünde konu­şulan bir dille göndermiştir.

 

Öyleyse hiç kimsenin bu konuda Allah’a iftira etmeye hakkı yoktur. Çünkü indiği dönemde herkes anladı onu. Bir kadın olarak Ha­tice anamız anladı, mü’min oldu, küçük bir çocuk olan Hz. Ali efen-dimiz an­ladı, mü’min oldu, bir köle olan Hz. Zeyd anladı, mü’min oldu, Bilal anladı, mü’min oldu, orta yaşta bir insan olan Ebu Bekir efendimiz anladı, mü’min oldu. Velid Bin Muğıre, Ebu Cehil anladı, kâfir oldu. Toplumda bu Kur’an’ı anlamayan bir tek insan yoktu.

 

Onun içindir ki Mekkeliler Ebu Bekir’in okuduğu Kur’an’a engel olmaya çalışıyorlardı. Ey Ebu Bekir, buna asla izin veremeyiz, çünkü senin okuduğun Kur’an bizim çocuklarımızın kalplerine tesir ediyor di­yorlardı. Abdullah Bin Mesu’d Rahmân sûresini Kâbe’nin avlusunda okuyunca, tüm müşrikler üze­rine çullandılar ve öldüresiye dövdüler onu.

Evet nasıl ki o gün bu Kur’an’ı anlamayan yoksa bugün de her­kes bunu anlamak zorundadır. Herkes bu kitabı anlayabileceği cinsten okumak zorundadır. Yâni bu kitaba iman eden anlaya anlaya iman edecek, inkâr eden de anlaya anlaya inkâr edecektir. Bunun başka bir yolu yoktur. Ve de kim bu kitabın anlaşılamayacağını iddia ederse Al­lah’a en büyük iftirayı yapmış olur.

 

Öyleyse bu kitap okunacaktır, ama anlayarak okunacaktır. Çünkü anlaşılacak bir açıklıktadır bu kitap. Kimse bu kitabın anlaşıl­mazlığını iddia edemez, hiç kimse bu kitabın sorumluluğundan kendi­sini kurtaramaz. Hiç kimse ben bu kitabı anlayamıyorum, ben bunu anlayamam deme hakkına sahip değildir. Çünkü Rabbimiz anlayası­nız diye, hayatınızı bu kitapla dü­zenleyesiniz diye bu kitabı insanların konuştukları, bildikleri bir dille, Arapça olarak göndermiştir.

 

Değilse anlamadan okunan bir Kur’an’da, anlamadan iman edilen bir Kur’an’da hayır yoktur. Üzerinde düşünülmeden, ne dediği bilinmeden oku­nan bir Kur’an’a nasıl Kur’an diyebileceğiz de? Böyle reddedenler neyi red­dettiklerini söyleyebilecekler de? Hayata karış­mayan, kalbe etki etmeyen bir kitaba nasıl Kur’an denebilecek de? Bana konuşmayan, bana bir şeyler söylemeyen, bana ümitler verme­yen, bana korkular sunmayan, bana şunu yap, bunu yapma demeyen bir Kur’an, Kur’an değildir. Bizler de bugün tıpkı o gün Rasûlullah’ı dinleyip de iman edenler gibi iman etmek zorundayız.

 

Bir grup müslüman, efendim Kur’an bir dönem anlaşılmış ve fıkha, fıkhî kalıplara dökülmüştür. Ecdat onu anlayıp fıkha dökmüştür. Bizim onlar gibi Kur’an’ı anlama imkânımız olmadığı gibi, anlama so­rumluluğumuz da yoktur. Onun için biz, başka değil onların anlayışına tâbi olmak zorundayız. Binaenaleyh bugün Kur’an’ı yeniden anlamaya çalışmak yerine fıkıh okuya­lım. Kur’an’ı da anlamak ve uygulamak üzere değil, ibâdet kastıyla okumalı­yız diyorlar. Ve böylece tamamen geçmişe teslim olmamız gerektiğini iddia ediyorlar.

 

Bir başka grup müslüman da, bunların tamamen zıddına, efen­dim geçmiştekilerin anlayışı bizi bağlamaz. Onlar bizim için ayak bağıdır. Geç­miştekilerin, Rasulullah’ın, sahâbenin, tâbiînin ve mücte-hid imamların Kur’an’ı nasıl anladıkları, nasıl uyguladık­ları bizi hiç mi hiç ilgilendirmez. On­ların anlayışları kendilerini ve kendi dö­nemlerini ilgilendirir. Bizler onlara hiç bakmaksızın salt aklımızla Kur’an’ı anla-ak ve hayatımıza aktarmak zorun­dayız diyorlar.

 

Bu anlayışların ikisi de bâtıldır. Birisi ifrat, diğeri de tefrittir. Ne tümüy­le kayıtsız şartsız geçmişe teslim, ne de tümüyle geçmişi silmek doğrudur. İşin doğrusu, bugün bizler de Allah’ın kitabını anlamaya ça­lışmak zo­rundayız. Ama bu işi yaparken de geçmişi silerek değil, bilâ­kis Al­lah’ın Resûlünden bugüne kadar Kur’an’la alâkalı, o âyetle alâ­kalı kim ne demişse, nasıl anlamış­sa onlara da müracaat ederek bu­gün biz de anlayabildiğimiz kadarıyla Kur’an’ı anlamak zorunda­yız. Çünkü bu kitap, sadece onlara değil, bize de gelmiştir. Onların Müs­lümanlık adına bu kitaptan sorumlu oldukları kadar, bizler de so-rum­luyuz. Onlardan kulluk isteyen Allah biz den de iste­mektedir.

 

Öyleyse bugün biz de okuyup anlamaya çalışacağız bu kitabı ama, bizden ön­cekileri silmeden. Vallahi eğer şu kitap sadece bana gelmiş olsaydı, ilk defa bana gelmiş olsaydı, Rabbim direk bunu bana göndermiş ol­saydı o zaman kimseyi takmaz sadece onu kendim anlar ve anladı­ğım gibi uygulardım. Ama bu kitap ilk defa bana gelmemiş. Benden önce de Rasulullah efendimizden bu yana her dönem bunu anlayan­lar ve yaşayanlar olmuş. Öyleyse elbette ben ukalâlık etmeyerek benden öncekilerin anlayışlarına da müracaat etmeliyim.